Kulağını Kapamak Yetmiyor – Yargı
“Kulağını Kapamak Yetmiyor”: Gerçeğin Kanla Yazıldığı Bir Yüzleşme – Yargı dizisinin son bölümü, izleyiciyi nefesini tutarak izlediği bir hesaplaşmanın tam ortasına bırakıyor. Adaletin, aile bağlarının ve ihanetin iç içe geçtiği bu bölümde herkesin susmakla bağırmak arasında kaldığı bir an yaşanıyor; çünkü bazen kulaklarını kapatmak yetmiyor, gerçek insanın içine kazınıyor. Çınar’ın titreyen sesiyle başlayan sorgu odası sahnesinde bir genç adamın suçla, vicdanla ve korkuyla verdiği savaş gözler önüne seriliyor. “Ben yapmadım, ben öldürmedim” diyen Çınar’ın sesi, silah sesinin yankısıyla kesiliyor. Oysa o ses, yalnızca bir kurşunun değil, bastırılmış bir gerçeğin patlamasıydı. Zafer’in ölümüne dair itirafında her kelime bir yara gibi açılıyor: “Silahı bana doğrulttu, bağırdı, yüzümü mezara sürdü.” Çınar’ın korkusu, bir çocuğun savunmasızlığıyla birleşince seyirci onun gözünden adaletin ne kadar acımasız olabileceğini hissediyor. Ama hikâye burada bitmiyor; çünkü o silahın kime doğrultulduğu kadar, o tetiği kimin çektiği de artık bir muamma değil, bir lanet haline geliyor.
İtirafın yankısı savcılık odasına ulaştığında Pars ve Ilgaz artık yalnızca bir olayı değil, bir yalan zincirini çözmeye başlıyor. “Tek el ateş edildi,” diyor Çınar; ama rapor iki kurşun gösteriyor. İşte o an, tüm dengeler değişiyor. Çünkü ya biri daha oradaydı ya da biri kendi sonunu kendi yazdı. Metin Amir’in sorgu odasına adım atmasıyla birlikte baba-oğul arasında yıllardır örtülen sırlar gün yüzüne çıkıyor. “Orada bir baba olarak bulundum,” diyen Metin’in gözlerindeki suçluluk, sadece bir cesedi değil, bir adalet duygusunu da gömmüş. Çünkü o gece Zafer’in cansız bedeni bir brandaya sarılırken, aynı anda bir baba vicdanını kendi elleriyle sarmalıyor. “Ben Zafer’i kaybettim,” itirafı ise o brandayı çözen son düğüm oluyor. Artık kimse aynı kişi değil; çünkü o arabada hem bir baba hem bir katilin yarası kanıyor.

Gerçek, Ceylin’in önüne geldiğinde artık hiçbir şey saklanamıyor. Babasının ölümünün perde arkasını öğrenen Ceylin’in sesi önce donuk, sonra öfkeyle doluyor: “Babamı senin kardeşin öldürdü, baban sakladı.” Bu cümle, yalnızca bir kadın için değil, bir hukuk insanı için de ölümcül bir yıkım. “Ben babamın katili yaşasın diye onu hastaneye yetiştirdim,” diyen Ilgaz’ın gözlerinde ise bir savcıdan çok bir evlat var. O gece, arabada buz kesmiş bir cesetle birlikte taşınan şey, adaletin ağırlığıydı. Artık kimse saf değil, kimse masum değil; çünkü her biri bir diğerini korurken suça ortak oldu. Ceylin’in sesi titriyor ama kararlılığı keskin: “Güneş yüzü görmeyeceksin. Bütün iyi duygularımı öldüreceğim.” Aşkın yerini intikam, güvenin yerini nefret alıyor.
Evdeki sessizlik bile çığlık gibi yankılanıyor. Ceylin çeyiz sandığını açarken, yalnızca eşyalar değil, yılların birikmiş acısı dökülüyor ortaya. “Ne gömücüymüşsün anne,” diyor ama asıl gömülen şeyin bir baba, bir koca, bir inanç olduğu açık. Düdüklü tencere, porselen çaydanlık, denizlerden gelen hatıralar… Hepsi birer sembol artık. Gerçeği öğrenen anne ve kızların gözyaşı birbirine karışıyor: “Babamı Ilgaz’ın kardeşi öldürdü.” Bu cümleyle evin duvarları bile yıkılıyor sanki. Bir zamanlar “dost bildikleri” insanlar artık düşman. “O savcıya oğlum dedim,” diyen annenin sitemi sadece bir insana değil, adaletin kendisine. Çünkü bazen en derin ihanet, en yakından gelir.
Bölümün sonunda bir sessizlik çöküyor. Ne müzik, ne söz, sadece yıkıntıların arasında yankılanan nefesler kalıyor. Yargı’nın “Kulağını Kapamak Yetmiyor” bölümü, sadece bir cinayeti değil, insanın kendine bile itiraf edemediği suçları anlatıyor. Gerçek, hiçbir zaman sadece bir tarafın hikâyesi değil; her biri kendi haklılığının arkasına saklanan, ama sonunda aynı karanlıkta buluşan insanların hikâyesi. Adaletin ışığı, bu defa kimsenin yüzünü aydınlatmıyor — çünkü herkesin elleri kirli, herkesin kalbi paramparça. Ve en çok da o cümle kalıyor geriye: “Ben babamın katili yaşasın diye onu hastaneye yetiştirdim.” Çünkü bazı suçlar mahkeme salonlarında değil, kalbin içinde yargılanır.