Planlanmış Bir Cinayet Mi, Kumpas Mı? – Yargı
Mahallede fısıldanan bir dedikodu, bir gece yarısı durdurulan araba ve bagajdan çıkan soğuk gerçek: bir ceset. Bu haber, gençlerin hayatını bir anda savcılığın, polisin ve toplumun önüne serdi. O gece neler yaşandı? Kim kimi kullandı, kim masum, kim suçlu? İllegal bir partinin, gençlerin iç içe geçmiş ilişkilerinin ve eski suç kayıtlarına sahip isimlerin gölgesinde bir suç mu işlendi, yoksa bütün bunlar planlanmış bir kumpasın parçaları mı? Kamera kayıtları inceleniyor, ifadeler tek tek karşılaştırılıyor; fakat herkes aynı şeyi söylüyor: “Biz bagaja dokunmadık, bilseydik binmeyiz o arabaya.” Bu sözler hem güven telkin ediyor hem de kuşkuları büyütüyor; çünkü bagajdaki cesedin araçta ne zaman, nasıl olduğu hâlâ bir muamma.
Olayın merkezindeki gençler — Parla, Çınar, Tuğçe, Merve ve Serdar — önce bir parti bahanesiyle aynı mekânda toplandıklarını anlatıyor. Rezidansın yüksek katlarında, asansörde geçirilen dakikalar, birbirini tutan ifadeler: her şey planlı, birbirine uyan bir senaryo gibi görünse de dışarıdan bakınca bir eksiklik var; anlatılmayan bir parça, unutulan bir ayrıntı ya da kasıtlı saklanan bir gerçek. Ayrıca Serdar’ın üzerinde çıkan para ve bagajda bulunan ceset, olayın boyutunu değiştiriyor: sanki biri gençleri bir piyon gibi kullanıp “parayı al, orada bekle” deyip sonrasında olanları kendi lehine çevirmiş gibi. Savcılık ve emniyet, araç hareketlerini, gençlerin ifadelerini, binanın güvenlik kameralarını didik didik ediyor; çünkü eğer ceset araca daha önceden konduysa bu tamamen farklı bir suç zincirinin habercisi olabilir.
Savcının kararlı sesi, polislerin ince detay arayışıyla birleşiyor: “Adım adım izliyoruz, dakikası dakikasına kontrol edilecek.” Bu emirlerin ardında yatan soru çok net: Bu bir tesadüf mü yoksa biri tarafından özenle kurgulanmış bir tuzak mı? Gençlerin ifadelerinin tutarlılığı, ilk bakışta onların suçsuz olduğunu düşündürebilir ama savcılığın şüpheleri kolayca sönmüyor; çünkü tutarlı anlatım, hazırlanmış bir metin kadar kusursuz olabilir. Hatta bir polis, “bunlar ağız birliği etmiş gibi” diye not düşüyor. Ne var ki, kamera görüntüleri ve araç takip kayıtları, o gece kimin nerede olduğunu, kimlerin ne kadar süreyle araçta kaldığını gösterebilecek en net kanıt olacak. Eğer görüntüler gençlerin hikâyesini doğrularsa — ve bagaja kimsenin yaklaşmadığını teyit ederse — o zaman geriye yalnızca “neden bu gençler kullanıldı?” sorusu kalacak.

Aileler, komşular ve okul çevresi bu olayın içinde paramparça olmuş durumda. İnci’nin yarattığı acılar, Parla’nın adıyla anılan korkular, abla-yeğen ilişkilerinin sınandığı o sert sahneler; her biri bu hikâyeyi daha da insani, daha da dramatik kılıyor. Çınar’ın “benim içimi gördün, ben yapmadım” çığlığı, ablanın hayal kırıklığı ve savcının soğukkanlı profesyonelliği arasında sıkışıp kaldı. Gençlerin geleceği, bir telefonla, bir kararnameyle değişebilecek kadar kırılgan; çünkü gözaltı ve nezarethane gerilimi, bazı itirafları tetikleyebilecek, bazılarıysa korkudan susmaya itebilecek. Polis bile “nezarethane gerilimi işimizi kolaylaştırır” diyerek insan psikolojisinin öngörülemezliğini itiraf ediyor.
Şimdi bütün gözler delillerde: kamera kayıtları, araç yolculuk çizelgeleri, güvenlik raporları ve gençlerin tekrar tekrar alınacak ifadeleri. Savcılık, olası bir komployu veya sistematik bir suç ağını açığa çıkarmak için gece gündüz çalışacak gibi; ama toplumun beklediği daha basit: adalet. Bu bağlamda iki yol var: ya gençler masum olduklarını ispatlayacak ve gerçek suçlular ortaya çıkacak; ya da elimizdeki eksik parçalar bir bir yerine oturacak ve hiç umulmadık bir isim çıkıp tüm hikâyeyi değiştirecek. Her ne sonuç çıkarsa çıksın, bir şey kesin: bu olay, gençlerin hayatlarına, aile bağlarına ve toplumun adalet inancına kalıcı bir gölge düşürdü. Okuyucuya düşen, soğukkanlı kalıp delillerin açıklanmasını beklemek; ama aynı zamanda gençlerin de sesinin duyulmasına izin verip, aceleyle hüküm vermemek olmalı. Çünkü bazen en inandırıcı yalan, en temiz sesi taklit edebiliyor; ve bazen de en masum yüz, en kirli planın parçası olabiliyor.